top of page

Saat 10:00. Karaköy’deki Karabatak Café’de buluşacağız ama ben erken gelmişim. Telaşım yok ama içim içime sığmıyor resmen. Soruların üstünden son bir kez geçerim diyorum. Bir de günün masalsılığından mıdır nedir, Küçük Prens kitabımı almışım yanıma ve röportaj başlayana kadar yine okuyup bitiriyorum.

 

Saat yaklaşık 13:30. Ve işte Dilan geliyor. Tam kafamda betimlediğim tarzda bir insan. Sıcak, içten ve orjinal…

Bir Varmıs, Bir Yokmus...

Bir Bakmısız Röportaj Olmus

fotoğraf, fotoğrafçı, sanat, sanatçı
,
,
,
,

Yazı: Burcu Erim,

Görsel: Alev Takıl

Dilan Bozyel’in hayatına giriş yapacak olursam, 1985 Diyarbakır doğumlu. Batman’in uşağı, Alfred’in kuzeni, Sebastian’ın sevgilisi… (Kısa filmini izleyenler beni anlayacaklardır.) Amacı mutluluk olduğu için üniversiteyi yarıda bırakarak London Academy of Art, Media & TV’de fotoğrafçılık eğitimi alıyor. Zaten herşey de buradan sonra başlıyor. Londra ve Türkiye’de birçok sergiler açıp, sayısız dergiyle çalışıyor. Doğu, batı, kuzey, güney… pek çok farklı şehirde seminerler düzenliyor. Hem Türkiye’yi, hem Dünya’yı kucaklıyor.

 

Şen kahkahalar havada uçuşuyor. Kaç kahve içtim bilmiyorum ama röportajı çözümlerken, fincan sesleri kulağıma ilk defa bu kadar güzel geldi. Soruları da numaralandırmıştım ama bir yerden sonra röportajdan çıkıp sohbet havasına girdiği için numaralar falan yalan oldu tabi. İlk gözüme ilişeni soruyorum…

 

 

“Yumurtalar civcivin erimis halidir” diyorsun bir açıklamanda. Karakterinle ilgili bize neler söyleyebilirsin?

 

Dilimlenirken çığlık attıkları için domates dilimleyemiyorum. Diğer sebzelerle bir sorunum yok (gülüyor). Bunun yanında eskiden çok sinirliydim. İki ayrı kolejden kovuldum ama çok seviyorlardı beni. O kadar sinirli değilim artık, zamanla sakinleştim. Sinirli olunca çok güzel şeyler olmadığını gördüm.

 

 

Fotografçılık kariyerine nasıl basladın? Bir sene boyunca geçirdigin rahatsızlık sonucu evde kalmak durumundaydın. O dönem kendini kesfetmende rol oynadı mı?

 

Öncelerde müzik dergilerine yazarken aynı zamanda fotoğraflarını çekiyordum. Çünkü yazılarıma gelen görseller beni tatmin etmiyordu, olayı tam anlamıyla anlatmıyorlardı. Kompakt makinayla, bilmeden, tek tük fotoğraf çekiyordum. Sonra onlar takvim olarak yayınlanmaya başladı, fotoğraflarıma daha büyük yer verildi. Dolayısıyla  biraz fotoğrafla ilgilenmeye başlamış oldum fakat yine fotoğrafı düşünmüyordum. Sonra hastalanınca kendi fotoğraflarımı çekerek başladım.

 

 

Analog kameralara olan ilgini biliyoruz. Moda çekimlerinde bu tarz kameralar kullanmak mümkün oluyor mu?

 

Şöyle birşey anlatabilirim; Londra’dan geldiğim ilk yıl, Londra’da yaptığım bir çekimimi istemişti Türkiye’deki bir dergi. Analog çekim yapmıştım ve gönderdiğimde bana “bunun grensizi var mı” demişlerdi. Türkiye’ye geldiğimde ilk şokum bu olmuştu. Türkiye maalesef pek çok şeyde geriden geldiği için insanlar daha yeni yeni experimental çalışılmaya başladı ve (bizi işaret ederek) online dergiler de çok işe yaradı bu konuda (gülüyor). İstediğimiz kadar deneysel projeler yapabiliyoruz ve artık basılı olmasına da gerek yok. Sonuç olarak analogun keyfi çok başka.

 

 

Mabel Matiz ile Lomography’ye yaptıgınız son çalısmanız “Aramızda Kalanlar” sergisi için çıkıs noktanız neydi? Belli bir hedefiniz var mıydı?

 

Mabel ile aslında üretip de  paylaşmadığımız daha çok şey var. Her görüştüğümüzde birbirimize şiir okuruz, onun üstüne fotoğraf çekeriz, kolaj yaparız, şarkı sözü yazarız. Çok güzel bir frekansımız var. Mabel ile dostluğumuzun ilk günlerden beri - çok ütopik olabilir ama - dünyayı değiştirebiliriz düşüncesindeydi. Bir kişi bile fotoğrafa, müziğe, sanata başlarsa hayatı kurtulur diye düşünüyoruz. Aslında sergideki amacımız buydu. Fotoğraf veya sanatla ilgilenmeyen insanlar bile sergiye geldiklerinde ve oradan çıktıklarında “ben de mi fotoğraf çeksem” diye aklının ucundan geçirdiyse veya hayattaki detaylara dikkat etmeye başlamışlarsa asıl amacımıza ulaşmışız demektir. Hepimiz dünyaya bir görev için geldiğimize inanıyorum. İnsanların nefes alması için birşeyler yapmaya çalışıyorum.

Model konusuna da deginmek istiyorum. İnsanların “kusurlu” olarak etiketleyebileceklerini sen çekimlerinde tercih ediyorsun. Model seçimini neye göre yapıyorsun? Birlikte nasıl çalısıyorsunuz?

 

Estetikli tercih etmiyorum. Estetiğe karşı değilim ama çok bas bas seksi olmaya çalışan, zoraki hiçbir şeyi sevmiyorum. Görünüyor zaten, sokakta bile belli ediyor kendini. Daha doğal seviyorum. Biraz oyuncu diyeceğim aslında ama o da eğreti değil. Filmin içinde yaşıyor gibi hisseden insanlarla çalışmayı seviyorum. Çünkü hissediyorlar. Bir konsept dahilinde yapıyorsam ki genelde öyle olur, müzikleri öncede belirliyorum ve hatta modellere kulaklık verip “sen bunu dinleyerek yürü biraz, tek başına dinle köşede” deyip onun o havaya girmesini istiyorum. Model seçerken özellikle konseptin hissini verebilecek insanları tercih ediyorum. Şuanki dergilerde de eskiye nazaran “altın oran” kavramının biraz daha kırıldığını düşünüyorum.

fotoğraf, fotoğrafçı, sanat, sanatçı
Sen de beni seviyosun Sebastian” kısa filmin nasıl olustu? Hikayesini sen mi yazdın?

 

Evet ben yazdım. 34Solo ajansın düzenlediği PechaKucha Art isimli bir event var. Her ay farklı bir konsept işliyorlar. Arayıp, “katılmak ister misin? Konseptimiz hayali bir karakter yaratmak. Sen yakın geldin bu fikre” dediler. Sebastian benim çocukluğumdan beri arkadaşım, her şeyim. “Aaa tamam. Sebastian’ı yapayım” derken bunu Mabel’e anlattım. Mabel de “ben oynarım” dedi. Ben de “evet ya sen Sebastian olabilirsin” dedim. Böyle başladı. Çok saçma, normalde çok üşenebileceğimiz bir durumdu. Çünkü video çektik bir çok yerde, kurguladık, ben ilk defa şarkı söyledim, stüdyoya girdim… Çok saçma ve komikti. Çok sevdiğim iki arkadaşım Can Saban ve Ali Rıza Şahenk yardımcı oldu stüdyo kayıt konusunda. Ali' nin FatLab stüdyosunda kaydedildi. Bu sesimle onları müzikten biraz soğutmuş olabilirim ama (gülüyor). Sonuç olarak dünya için önemsiz benim için çok önemliydi bu çalışmam çünkü yıllarca inandığım bir hayali karakteri canlandırıp herkesle paylaştım.

 

 

Baska kısa film düsüncelerin var mı bu tarz?

 

Aslında daha kurgusunu yapmadığım, bekleyen çok videom var. Gezi olaylarından bir çekimim var mesela. O dönem herkes bunu kullanarak bir şeyler üretmeye çalıştığı için çok fazla çıkartmak istemedim. Üstünden zaman geçsin, en azından insanlar unuttuğunda hatırlasınlar diye. Gizem isimli dansçı bir arkadaşımla beraber hazırladım. Toparlanıp yapabilirsem, insanlar şu an bıkıp, kulaklarını kapamışken yine dünyaya, “bakın biz neler yaşadık” diyebilirim…

 

 

En son sosyal sorumluluk projesi olarak çocuk istismarına deginmistin ve bunu görsele çevirmistin. Türkiye’deki diger sorunlara da kameranla parmak basmayı düsünüyor musun?

 

Tabii ki! Fakat sosyal sorumluluk projelerini ne yazık ki reklam olarak görüyorlar. Bundan çok korkuyorum ben. Çok çok korkuyorum. Hatta en başta sosyal sorumluluk projelerimi yaparken ismimi hiç duyurmasam mı diye düşündüm ama bir yandan da “Dilan ne yapmış” diye bakan insanlar var. Onlara da duyurmak istedim. Çok fazla projeler var. Yapıyorum da aslında ama önce çocuk gelinlerle ilgili gelişme olduğunu gördükten sonra diğerlerine geçmek istiyorum.

 

 

Akademik kariyer düsünüyor musun? Bir üniversitede kadrolu çalısmak gibi…

 

Okullara okutman veya konuk öğretmen olarak gidiyorum zaten. Aklıma gelenler arasında Yıldız Teknik, Dicle Üniversitesi, Dokuz Eylül Üniversitesi ve Kadir Has Üniversitesi’ne konuk öğretmen olarak katılıp atölyeler, dersler hazırladım. Mart 11’de, ODTÜ’de fotoğraf atölyesi hazırlıyorum. Çok sabit bir hayatım yok, olsa tercih edebilirdim. Bir plan yapmam gerekirse, belki çocuk doğurursam, hamileyken isteyebilirim. Ama belli de olmaz, yapılan bir teklif bir anda çok mantıklı gelebilir ve hayatımı ona göre düzenleyebilirim.

 

 

Hayalinde yapmak istedigin bir çekim var mı?

 

Aslında bunu pek düşünmedim. Çok kadınlık yapmak istemem lakin ne bileyim, mesela ben de çocuğum olsun ve onunla fotoğraflar çekebileyim isterim belki. Yaşım mı geldi ne olduysa bunu çok tekrarladım bu ara. Olursa mutlu olurum olmazsa sağlık olsun derim. Keşke dünyadaki bütün çocukları çekebilsem. Hepsini yani. Farklı sınıfları, toprakları… Çocukları çekmeyi çok seviyorum. Patti Smith’le çalışmayı çok isterdim, gençliğinde özellikle. Ama bu sadece bir istek, güzel bir hayal. Gerçekleşmesi umrumda bile değil!

Baska bir dünya mümkün mü?

 

Mümkün sanırım. Ben inanıyorum. Hani delilik gibi gelecek ama ben inanıyorum. Çünkü yaz geceleri yıldızları izlerken hissediyorsun. Sen izliyorsun, oradan da seni izliyorlar. Ama bu çok romantik gelmesin kulağa. Neden olmasın... (Derken tam da o sırada ezan okundu.) Hayatta o kadar ilginç şeyler oluyor ki, iyi veya kötü. O işaretler bir yerden, bir şekilde geliyor. İnanıyorum, inanıyorum ben!

 

Biz Dilan Bozyel ile başka Dünya’lara gittik, geldik… Olduğumuz dünyayı kurtarmaya çalıştık. Renkli ve amacı mutluluk olan çalışmalara adım atan muhabbetler ettik. Umuyorum evrene gereken enerjiyi de yollamışızdır. Mutlu günler, haftalar, yıllar...

D10.jpg
D4.jpg
D5.jpg
D8.jpg
D6.jpg
D3.jpg
D7.jpg
D9.jpg
Begen:
Paylas:
bottom of page